Tasarımı, yalnızca mekân üretmek değil; düşünceyi, kültürü ve bilinci fiziksel forma dönüştürmek olarak görüyorum.
Benim için her mekân; bir fikrin taşıyıcısı, bir duygunun yankısı ve bir bilginin izi olmalıdır.
Evrenin ritmini takip eden sessiz bir dil gibi düşünüyorum tasarımı. Her malzemenin kökenine, her geometrik formun anlamına, her boşluğun taşıdığı sessizliğe kulak vererek çalışırım. Çünkü bana göre güzellik, yüzeyde değil; derinlikte başlar.
Benim yaklaşımımda tasarım, çağın ruhunu yakalama çabası değil; zamanın ötesinden gelen düşünceleri bugüne taşımaktır.
Tasarımın içinde fizik de vardır, felsefe de, sezgi de.
Malzemeyi sadece bir araç olarak değil; bir coğrafyanın, bir belleğin ve bir kimliğin taşıyıcısı olarak görürüm.
Ben betonun da toprağın da sesini duyarım. Biri düşüncenin ağırlığı, diğeri hafızanın kokusudur.
Seçtiğim her malzeme, mekâna felsefi bir katman ekler.
Benim için tasarım, insanın kendini anlama biçimidir.
Bir mekânın sessizliği, bazen bir insanın içsel dengesiyle konuşur.
Bu yüzden her tasarımım bir soruyla başlar:
“Neyi unutuyoruz? Neyi hissedemiyoruz?”
Ve her cevabı da bir mekânın kurgusunda ararım.
Tasarımı bitmiş bir şey olarak değil; akışkan bir süreç olarak görüyorum.
Benim için mimarlık, sadece yapılarla değil, varlıkla ilgilidir.
Tasarım, yalnızca bir mekânı değil; bir zihni dönüştürür.